[b][color:4628=darkblue][color:4628=darkblue] HZ Peygamber Efendimizin (sas) Ümmeti Hakkındaki Endişeleri
Muhammed(sav) Ümmetinin Üstün Vasıfları:
Hayatı nasıl algılamamız, tavır ve davranışlarımızı nasıl şekillendirmemiz gerektiği hususunda Üstad Bediüzzaman'ın çok güzel bir tesbiti var:
“Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.
Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir.” (Mektubat/Dokuzuncu Mektup'dan)
Sahabe-i Kiramı üstün kılan ve her birini birer güneş misali üstün seciyeler ile donatan şey, onların bu dünyaya sırtlarını dönmüş ve adeta terk etmiş olmaları idi. Onlar, dünyayı bir misafirhane olarak telakki ettiler ve ona göre davrandılar. Her an dünya misafirhanesinden ayrılabileceklerini, dünya hayatının geçici olduğunu unutmadılar ve dünyaya bel bağlamadılar. Misafirhane sahibinin istediği şekilde, onun emir ve yasakları dairesinde yaşadılar. Dünyayı kalben terk ettiler ama kesben terk etmediler. Dünyaya ve hayata Allah namına ve ahiret hesabına baktılar. Dünyanın ESMAÜL HÜSNANIN TECELLİGAHI VE AHİRETİN TARLASI olan cihetiyle ilgilendiler Ahiret saadetini esas alıp dünyayı ahiret hesabına sevip işlediler, çok çalışıp çok kazandılar ve hep Rıza-i İlahiyi esas maksat yaparak hem dünya hem de ahiret saadetine mazhar oldular.
Musa Aleyhisselam'ın konumuzla ilgili çok ilginç bir kıssası var:
“Musa Aleyhisselam, Tevrat'ı eline aldığı vakit onun baş tarafında Kalemin Levh'a ilk yazdığı yazıyı gördü ve dedi ki: “Ya Rab, ümmetlerin hayırlısını bildim. Onlarda vaz-u nasihat ile emr-i maruf ve nehy-i münker (iyiliği emreder ve kötülükten nehyeder) vaizleri vardır. Bütün kitaplara inanır ve Deccal'ı onlar öldürürler. O halde bunları benim ümmetim eyle” dedi.
Allah Teala: “Onlar ahir zaman peygamberi Muhammed'in ümmetidir” buyurdu.
Yine Musa (Aleyhisselam): “Ya Rab, öyle bir kavim görüyorum ki, yaptıkları iyiliklere bire on, yedi yüz ve kat kat daha çok mükâfatlar verirken, yaptıkları kötülüklere yalnız karşılığı ile ceza veriyorsun. Onlar kitaplarını ezberlerler. Namazda melekler gibi saf bağlarlar. Mescitlerde arı gibi vızıldaşır, okur ve seni tesbih ederler. Onlar cehenneme girmezler. Onları benim ümmetim eyle” dedi.
Allah Teala: “Onlar da ahir zaman peygamberinin ümmetidirler.” buyurdu.
Musa (Aleyhisselam), Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Selem) ve onun ümmetine verilen bu üstünlüklere hayranlığından: “ Hiç olmazsa beni de ona ümmet eyle” dedi.
Allah Teala: “ Ya Musa, seni aziz kıldım, seni peygamber yaptım, seninle konuştum, sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol. Tevrat'ı kendi kudret elimle yazdım. Bütün öğütleri açıklayarak sana verdim. Kavmine söyle, Salihlerden olsunlar. Benim yardımımla onlar hidayet bulmuşlardır” buyurdu.
Musa (Aleyhisselam), bunları dinleyince rahatladı, gönlü hoş oldu ve sonra da: “ Ya Rab, bu peygamberi görmek isterim” dedi.
Allah Teala: “Sen onun zamanına kadar yaşayamazsın” buyurdu. “İstersen ümmetinin seslerini sana duyurayım” buyurdu ve Hz. Musa'nın isteği üzerine Allah Teala: “ Ey Muhammed ümmeti!” diye seslenince onlar: “LEBBEYK ALLAHÜMME LEBBEYKE LE ŞERİKE LEKE LEBBEYK İNNELHAMDE VENNİ'METE LEKE VELMÜLKE LE ŞERİKE LEKE” dediler.
Allah Teala: “Ey Muhammed ümmeti, Benim rahmetim gazabımı geçmiştir. Siz benden istemeden, ben size verir ve günahlarınızı bağışlarım” buyurdu.
Sehl b. Abdullah et- Tüsteri'nin anlattığına göre; Musa (Aleyhisselam), Allah Teala'dan, Muhammed (Aleyhisselam)'in ümmetinin derecelerini kendisine göstermelerini istedi.
Allah Teala: “ Sen onların hepsini görmeye dayanamazsın, fakat birisinin menzilini sana göstereyim” buyurdu. Göklerin sır ve gizliliklerinden perdeyi kaldırdı. Musa (Aleyhissalam) bir menzil gördü ve oradaki nurun parlaklığından hayretler içinde kaldı ve :” Ya Rab, bunlar bu dereceleri hangi amel sayesinde elde ettiler” diye sordu.
Allah Teala: “Onlar dünyayı terk etmekle bu menzile eriştiler” buyurdu.” (Envarül Aşıkin'den)
Kıssada anlatıldığı gibi; Muhammed ümmetini üstün ve özel kılan vasıfları, “dünyayı terk etmeleri” idi. Bilhassa Sahabe-i Kiram, dünyanın nefsanî, fani yüzüne bakmayarak, esma-i ilahiyenin tecellileri olma ve ahiretin tarlası olma cihetleri ile ilgilenerek; ebedi ahiret saadetini kazanabilmek için çalışmışlar, dünya zevklerine ve geçici dünya saadetine itibar etmemişler.
Yazar Mehmet Paksu da, Beşinci Mevsim dergisinde yayınlanan “Sahabe Mesleği” başlıklı yazısında sahabe-i kiramın vasıflarını şöyle anlatmaktadır:
“Sahabilerin en büyük özelliği, her zaman Allah rızasını düşünmeleriydi. Devamlı olarak “Ne yaparız da Allah bizden razı olur? Nasıl davranırız da Allah'ın rızasına ulaşırız? Rabbimiz bizden ne ister?” derlerdi. Sahabelerin bütün dertleri, merakları, düşünceleri hep buydu; dünyalarında, kafalarında bundan başka bir şey yoktu. Bu arada onlar da dünyada yaşıyorlardı. İş güç sahibiydiler. Bir kısmı tüccar, bir kısmı çiftçi, bir kısmı işçiydi. Çoğu evli barklı insanlardı. Çoluk çocukları vardı. Çalışıyorlar, çabalıyorlar, iş görüyorlardı. Ama yaptıkları bütün işlerinde Allah'ın rızasını esas alıyorlardı. Allah'ın razı olmadığı, Allah'ın istemediği, Allah'ın uygun görmediği, Allah'ın yasak ettiği şeyleri yapmazlardı. Dünyayı Allah'ın eseri olarak sevmişlerdi. Gördükleri her varlık onlara Allah'ı hatırlatırdı. Her varlık onları Allah'a ayıpürürdü. Her şey onları Allah'ın rızasına taşırdı. Çünkü dünya, Allah'ın mülküydü. Her varlık, Yaratıcısını tanıtıyor, Yaratıcısını anlatıyor, Yaratıcısını sevdiriyordu.”
Muhammed(sav) Ümmetinin Felaketi:
Müslümanları zirvelere taşıyan üstün meziyetleri, dünyanın fani ve nefsanî yönüne bakmayarak ahirete bakan ve esmaül hüsnanın tecelligahı olan yönleriyle ilgilenmeleri olduğu gibi; felaketleri de dünyevileşme dediğimiz, dünyanın fani ve nefse bakan yönü ile ilgilenmeleri olacaktır.
Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmekte olduğu günümüzde insanoğlu, yine koyu bir cehalet bataklığına düşmüş durumda. Ferdi ve toplumsal hayatta mevcut değer yargıları ve davranış şekilleri, Asr-ı Saadet öncesi cahiliye dönemi ile büyük bir paralellik arz etmekte; insanları mutsuzluk, huzursuzluk, tatminsizlik ve güvensizlik girdabında boğarak; stres, sıkıntı, depresyon, bunalım vs. her türlü ruhsal sorunlar altında ezerek yok etmektedir. Ferdi sosyal hayatımıza bir bakalım:
Nefsanî arzularımız bizi yutuyor. Heva ve heveslerimizde boğuluyoruz. Sadece bu dünya için yaratılmışçasına bütün vaktimizi dünyevi işlere sarf ediyoruz.Çıkar ve menfaatten başka değer tanımayan Ve kendinden başka kimseyi sevmeyen Bencil insanların sayısı hızla çoğalıyor. Hırsızlık, uğursuzluk, kapkaççılık artıyor. İçki, kumar, fuhuş yaygınlaşıyor. Gençler uyuşturucu bataklığına sürükleniyor. Bizim çocuklarımız bizim olmaktan çıkıyor. Aile içi iletişim azalıyor. Ailevi ve toplumsal bağlar çözülüyor.
Ferdi ve sosyal hayatta şiddet yaygınlaşıyor. Sevgi, şefkat, hürmet, merhamet gibi erdemler kayboluyor. Kin ve düşmanlık duyguları yaygınlaşıyor. Umut, yerini endişe, karamsarlık ve yeise bırakıyor. İktisadın yerini israf, cömertliğin yerini cimrilik, doğruluğun yerini yalancılık, kanaat ve tevekkülün yerini tembellik alıyor.
İhtiyaçların sayısı çoğalmış, geçim derdi şiddetlenmiş, gelecek endişesi ve ölüm korkusu tüm benliği kuşatmış. Psikolojik rahatsızlıklar ve stres çok arttı. İnsanlar bunalımda, mutsuz, huzursuz ve kendilerini güvende hissetmiyor.
Hayatın en büyük gayesi, daha fazla güç kazanmak, şöhret ve nam sahibi olmak, zengin olmak, daha fazla yiyip-içmek, daha fazla eğlenmek… Kısacası; dünya pastasından daha fazla pay kapmak, daha fazla çıkar ve menfaat elde etmek oldu. Ebedi bir ahiret saadetini kazanmak için verilen ömür sermayesi, ”mutfak-tuvalet-yatak odası üçgeni”nde tüketilir oldu.
Saymakla bitiremeyeceğimiz sorun ve etkenler, Milletimizin imanını ve ahlakını bozup Dünya ve ahiret saadetini yok ediyor. Günümüz insanı, bunalımda ve çaresiz.
Ümmetine karşı son derece şefkatli olan ve bizi bizden daha çok seven Peygamber Efendimiz(sav), Ümmetinin ahir zaman fertleri yani günümüz Müslümanları hakkındaki endişelerini bakınız nasıl ifade ediyor:
1-Ebu Hüreyre (r.a.) Resulullahın (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Ahir zamanda öyle adamlar çıkacak ki dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır. Allahü Teala bunlar hakkında şöyle buyurur:
“Bunlar benim rahmet ve şefkatime bakıp aldanıyorlar mı, yoksa bana karşı çıkma cüretinde mi bulunuyorlar? Kendi adıma yemin ederim ki, onlara kendi içlerinden öyle bir bela ve fitne musallat edeceğim ki, en yumuşak huylu olanı bile şaşkınlığa düşürecektir.” (Tirmizi, Zühd :60.)
2-Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Resulullah (a.s.m.), “ Ümmetim on beş şeyi yaptığı zaman bir takım belalara müstahak olur “ buyurdu.
Resulullah'a (a.s.m.), “ Bunlar nedir, ya Resulullah?” diye soruldu.
Resulullah (a.s.m.) şöyle cevap verdi:
(1) Devlet malının yalnız belirli kimselere verilip, diğerlerinin mahrum bırakılması,
(2) Emanetin ganimet sayılması,
(3) Zekâtın yerine getirilmesi kaçınılmaz bir zarar olarak düşünülmesi,
(4) Kocanın her hususta karısının emri altına girmesi,
(5) Kişinin annesine isyan etmesi,
(6) Arkadaşına (iyi kötü her hususta) itaat etmesi,
(7) Babasına sıkıntı vermesi,
(
Mescitlerde yüksek sesle konuşulmaması,
(9) Aşağılık kimselerin milletin başına geçmesi,
(10) Bir kimseye kötülüğünden korkulduğu için ikramda bulunulması,
(12) İçkinin çok çok içilmesi,
(13) İpek elbiselerin giyilmesi,
(14) Çalgı aletlerinin yaygınlaşması,
(15) Bu ümmetin sonunda gelenlerin önce gelenlere lanet etmesi.
“İşte o zaman bir kızıl rüzgârı, yere batmayı ve suret değişmesi belalarını beklesinler.” (Tirmizi, Fitlen: 91.)
3-Ebu Said'den (r.a.) rivayet edilmiştir:
Resulullah (a.s.m.), “Sizin için en çok korktuğum şey, Allah'ın sizin için topraktan çıkarmış olduğu bereketlerdir.” buyurdu.
Resulullah'a (a.s.m.), “ Toprağın bereketleri nelerdir? ” diye soruldu
Resulullah (a.s.m.), “ Dünyanın güzellikleridir” diye cevap verdi.
Bunun üzerine orada bulunan birisi, “ Hiç hayır bir şey şer getirir mi? ” diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.m.) cevap vermeyip sustu. Hatta kendisine vahiy nazil olacak sandık. Bir müddet sonra alnını sildi ve “ O soruyu soran nerede? ” dedi. O zat, “Benim, işte burada” dedi. Resul-ü Ekrem (a.s.m.) :
“Hayır, ancak hayır getirir. Şu dünya malı taze ve tatlıdır. Yağmurun yeşertip bitirdiği her şey insana şişkinlik vererek ya öldürür veya ölüme yaklaştırır. Ancak bitki ile beslenen hayvanlar böyle değildir. Çünkü onlar yerler, yerler; karınları şişince güneşe çıkarlar ve karınlarındakini çıkarıp ikinci defa yerler.
“ Dünya malı gerçekten tatlıdır. Kim onu helal bir şekilde elde eder ve onun zekâtını vererek hayırda harcarsa, sahibinin Allah rızasına nail olması için, ne güzel bir vesile olur! Ve her kim onu haramdan kazanırsa, yiyip de doymayan birisine benzer.” (Buhari, Rikak:7; Müslim, Zekât:122.)
4-“Ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum:
1-Âlimin hatası,
2-Münafığın Kur'anı alet ederek mücadeleye kalkması,
3-Kaderin inkâr edilmesi.” (Taberani'nin Kebir'inden)
5-“Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum:
1-Heva ve heveslerin kendilerini şaşırtması,
2-Mide düşkünlüğü ve şehvani isteklerine uymaları,
3-Hakikati bilip öğrendikten sonra gaflete düşmeleri.”(Hakim, Ebu Nuaym ve İbni Mende'den)
6-“Benden sonra ümmetim hakkında şu üç şeyden korkuyorum:
1-İdarecilerin zulme sapmaları,
2-Yıldızların tesirine inanmaları,
3-Kaderi inkâr etmeleri.” (İbni Asakir'den)
7-“Ümmetim hakkında en çok şu hususlardan korkuyorum:
1-Şişmanlık,
2-Uykuya düşkünlük
3-Tembellik ve iman zayıflığı” (Darekutni'nin Sünen'inden)
8-“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey ağzı iyi laf yapan münafıktır.” (İbni Adiyy'in el-Kamil'inden)
9-“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey nefsin isteklerine uymak ve ölümsüzlük hayalidir.” (İbni Adiyy'in el-Kamil'inden)
10-Ebu Hüreyre (r.a.) Resulullahın (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Benim halim şu misaldeki zatın durumuna benzer. Ateşi yakmış ve ateş etrafı aydınlattığı zaman, irili ufaklı hayvanlar ateşin içine düşmeye başlamışlardır. O zat, bu hayvanların ateşe düşmesine mani olmaya çalışıyorsa da, hayvanlar baskın gelip sür'atle ateşe düşerler. İşte benimle sizin durumunuz da böyledir. Ben sizi ateşten korumak için eteğinizden tutuyorum, 'Ateşten uzak durun! Ateşten uzat durun!' diyorum. Sizler ise bana baskın gelip, düşünmeden ateşe atılıyorsunuz.” (İbnü's [[/b]/b]Sünni'den)
[/color] Alıntı[/color]